Adı konan bir olguyu hâlâ olacak mı, olmayacak mı? diye tartışmanın bir mantığı yok.
Kavram gündelik yaşam dilinde kabul görmüş ve toplum indinde yaygın anlaşılırlık yakalamışsa artık alt sosyal benlikte bir yer edinmiş demektir.
‘İstanbul Depremi’ bazı akademisyenlerin iddia ettiği gibi gerçekte hiç olmayacak olsa dahi bugünkü toplumsal algıya yönelik tüm endişeler ciddiye alınmalı ve bu işin şaka götürür bir hâli olmadığı net bir şekilde anlaşılmalıdır.
İstanbul Depremi üzerinde kumar oynanmayacak bir olgudur. Ülkemizin yaşayan insan topluluğunun en yoğun olduğu bu coğrafyada, bir şekilde deprem faylarından bahsediliyorsa; alınması gereken tüm önlemler bugüne kadar alınmış olmalı, alınmamışsa da alınması için bir saniye bile gecikmeden seferber olunmalıdır.
Daha fazla konuşacak ve yazacak bir şey yoktur.
Toplumsal bilinç, toplumsal farkındalık gibi kavramlar bence artık sadece okul çağı çocukları için gereksinim duyulacak kavramlar olmalıdır. 1999, 2023 gibi devasa büyüklükte depremleri ve sonuçlarını yaşayan, deneyimleyen toplumların geçen 25 yıl içinde verdikleri uğraşlara rağmen bir toplum hâlâ bilinç ve farkındalık düzeyine ulaşmadı, ulaştırılamadı ise bunun analitik çözümlemesi yapılmalı ve yeni yöntemler geliştirilmelidir. 25 yıldır ulaşılamayan bir hedefe yönelik yeni yöntemlerin yardımına ihtiyaç olacağı görülmelidir.
Günümüzde hâlâ ‘Afet Bakanlığı’, ‘Deprem Bakanlığı’, vs. gibi önerilerin çok yüksek akademik titre sahip insanlarca dillendirildiği ve paylaşıldığını görüyoruz. Oysa biz ‘Afetin’, bir yenilgi sürecinin ifadesi olduğu kanısındayız. Olumsuz bir hedefin bakanlığını kurmanın ne kadar büyük bir yanılgı olabileceğini anlatmaya çalışıyoruz. Doğru olan ifadenin ‘Riski Öngörme ve Tehlikeyi Önleme’ olduğuna inanıyoruz. Azerbaycan’da ‘Olağanüstü Haller Bakanlığı’, Rusya’da ‘Rusya Federasyonu Sivil Savunma, Acil Durumlar ve Doğal Afetlerin Sonuçlarını Giderme İşleri Bakanlığı’, Şili’de Ulusal Afet Önleme ve Müdahale Servisi (Senapred), ABD’de Federal Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) ve benzeri diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kullanıldığı şekliyle Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) isimlerinin çok dikkatle incelenmesi ve kurumsal isimlendirme işinin amacının iyi kavranması gerektiği düşüncesindeyim.
Afet önleme sürecinde, ülke çapında topyekûn bir seferberlik yürütmeden, dirençli bir toplum oluşturma şansımızın olamayacağı kesin ve açık bir gerçektir. Sadece kamu kurumlarınca kullanılacak olan yüksek teknoloji olanakları bir büyük afet dinamiğinin yönetilebilmesi için yeterli olmayacaktır. Halkın tamamen merkezinde olduğu, binlerce yıllık kültürel mirasımızın imece anlayışında yer aldığı şekliyle her bir unsurun aynı amaç için senkron çalıştığı bütüncül bir sistemi kurmak zorundayız.
Afet olgusunun öncesi, dinamizm kazandığı an ve sonrası süreçlerinde verilecek tüm kararları belirleyecek veri elde etme ve onu bilgiye dönüştürmse süreçlerinde teknolojik alt yapının kurulmuş ve kullanılıyor olması gerekir. Ancak bu takdirde afet dinamiğinin yaşandığı sahaya yönelik verilecek kararlar bir katkı sağlayacaktır. Elindeki kıt kaynağın hangi sokakataki hangi eve sunulacağı konusunda alınacak kararın büyük veri analizi ile elde edilecek seçenekler arasından temin edilmelidir.
Kamu ve yerel yönetimlerin güçlü hazırlığı yanında sivil toplum kuruluşlarının da organizasyona entegre bir şekilde kendini geliştirmesi ve güçlenmesi gerekir. Sivil toplum kuruluşları afet dinamiği sürecindeki iletişimde mutlaka dikkate alınmalıdır. Günümüzde uluslararası suni düşüncelere yönelik ilişkiler ağına teslim olmadan kendi kuruluş amaçları doğrultusunda çalışan sivil toplum kuruluşları kamu veya yerel yönetimlerden destek almalıdır. Yaşamını sürdürebilmesi için kamusal mali destek veya kontrollü bağış toplama olanağı sağlanmalıdır.
Hemen her hafta ve farklı kurumlarda önceden belirlenen konularda çalıştaylar düzenlenmeli ve yeni çözüm seçenekleri üzerinde çalışılmalıdır.
Yapılması gerekenler hemen hemen bellidir. Bu çözüm seçenekleri üzerinde karar alıcılar irade gösterip nihai uygulamaları gerçeğe dönüştürmelidir. Artık bir şeyleri bekleme zamanı kalmadı. Bu işi biz çözeceğiz. Yoksa kitlesel ölüm ve yaralanmalar nedeniyle çok ciddi toplumsal travmalar yaşayacağız. Geleceği bugünden yitirme riskimiz var. Akılcı olmalıyız. Akıllı olmalıyız. Gerçekçi olmalıyız.
Zaman tükendi, söz bitti artık…
Yaşanan son İstanbul Depremi; ülkemin tüm akademisyenleri, tüm bürokratları, tüm kamu personeli, tüm yerel yöneticileri, tüm özel sektör temsilcileri, tüm sivil toplum kuruluşları ve tüm vatandaşlarımız tarafından didik didik incelenmeli, tekrar tekrar analiz edilmeli ve yakın geleceğe dair oluşturulacak tüm projeksiyonlar gerçekçi ve etkin bir şekilde icra aşamasına yön vermelidir.
Halkın rol almadığı, içselleştirmediği, özümsemediği planlar asla çalışmayacaktır.
Afete neden olan her potansiyel, ülkemiz için bir ‘savunma’ sorunudur…
Ve sadece profesyonellerle yapılan planlamalar, topyekûn savunma için yeterli olamaz.
Halkın bütüncül dahli olmayan planlar işe yaramaz…
Yaz bitti, gün döndü artık…
Keşke yazıp çizmekten daha fazlasını da yapabilsek…
Elden gelen ne yazık ki sadece bu…
Sadece bu…






































