Dünya, Orta Doğu ve Karadeniz havzalarındaki savaşlara kilitlenmiş durumda ve haber yayınlarının yüzde 80’i bu bölgelere ilişkin konuları işlemektedir. Bundan yalnızca beş yıl önce dünya yüzeyinde 60 ila 70 civarında sıcak çatışma bölgesi varken, günümüzde bu sayı neredeyse iki katına çıkmıştır. Ağır silahların da kullanıldığı 100 ila 120 arasında sıcak çatışma bölgesi bulunmakta ve her gün ciddi yıkımlar yaşanmaktadır. Halkın yaşam alanları olan şehir ve kasabalar gün içinde adeta haritadan silinmekte, sağ kurtulanlar ise uzun süreli sürgün hayatı yaşamaktadır.
Bu büyük kaos ortamında her bir gelişmeyi yakından takip etmek her ne kadar imkânsıza yakın olsa da C4Defence Dergisi olarak özgün, bağımsız ve tarafsız bir şekilde doğruları yazmaya çaba gösteriyoruz. Önceliğimiz; ülkemizi kısa ve orta vadede etkileme potansiyeli olan askeri ve güvenlik konularına odaklanmaktır. Bu kapsamda, Ekim ayında ABD’nin başkenti Washington’da kısa süreli temaslarımız oldu. AUSA etkinliğinde ele alınan önemli konuları ise Kasım ayında sizlerle paylaşacağım.
Bu çerçevede, orta vadede güvenlik ve askeri jeopolitik hamlelerin merkezinin Pasifik Okyanusuolması beklenmektedir. Savaş tamtamlarının sesinin giderek yükseldiği bu geniş coğrafyada çevresel (periferik) çatışmalar artmaktadır. Bunların tamamını burada sıralamak istemiyorum; ancak içlerinden biri özellikle dikkatimizi çekmiş durumda: dost ve müttefik Pakistan ile “Türk dostu” Afganistan arasında gelişen çatışma süreci.
Aslında Pakistan ile Hindistan arasında yıllardır süregelen bitmeyen gerilimin yanına Afganistan’ın dahil olması, konuya uzak olanlar tarafından kolay anlaşılmayabilir. Önceleri sınırlı ve bölgesel nitelikte olan ikili sürtüşmelerin zaman zaman ciddi sıcak çatışmalara dönüşmesi, bölgedeki harp senaryolarının yeniden kurgulandığını göstermektedir.
İki nükleer silaha sahip ülke ile Çin ve Afganistan’ın içine çekildiği büyük güç oyunlarının bir parçası olarak tüm bu gelişmeler karşımıza çıkıyor. Çoğumuz Keşmir bölgesindeki sorunları biliyoruz; ancak Pakistan devletinin kuruluş sürecinden beri devam eden Afganistan–Pakistan güvenlik sorunu ise özellikle göz ardı edilen bir kriz alanıdır.
“Peştun kabileleri” olarak adlandırılan toplulukların yaşam alanları, kasabaları ve köyleri 1893 yılında imzalanan ve “Durand Hattı” olarak bilinen sınır anlaşmasıile ikiye bölünmüştür. Bu toplulukların bir kısmı Afganistan’da kalırken, diğer kısmı günümüzde “Hindistan sınırları içinde yer almaktadır.
İngiliz yönetimindeki Hindistan’dan ayrılan bağımsız Pakistan devleti 14 Ağustos 1947 tarihinde kuruldu ve Türkiye, kendisini resmen tanıyan ilk ülkeler arasındayer aldı. Afganistan ise İngilizler ile imzalanan söz konusu tek sayfalık “ekonomik amaçlı” Durand Hattı anlaşmasının, Pakistan’ın kuruluşu ile birlikte geçersiz hâle geldiğini ileri sürdü.
Afgan tarafının Belucistanve Gilgit-Baltistan bölgelerinin yanı sıra tüm sınır çizgisine resmî düzeyde itiraz etmesi, bu iki ülke arasında uzun süreli bir kriz ortamınındoğmasına neden olmuştur.
Öyle ki, on yıl süren 1979 Sovyet işgali döneminde Kabil’deki hükümet, Kızıl Ordu’nun güvencesine dayanarak Afgan sınırlarının İndus Nehri’ne kadar uzandığınıiddia etmiş ve bu yönde resmî taleplerde bulunmuştur. Bu durum, Pakistan hükümetinin Afgan mücahitlerine verdiği askerî desteğin artmasına yol açmıştır.
Pakistan devleti ise İngilizlerin kontrolündeki Britanya Hindistanı yönetimince akdedilmiş olan Durand Hattı anlaşmalarına “taraf devlet sıfatıyla” bağlı olduğunu, dolayısıyla sınırların geçerliliğinin tartışmaya açık olmadığını savunmuştur. Bu süreçte sınır hattı boyunca birçok kez karakol baskınları ve sıcak çatışmalar meydana gelmiştir.
Özündeki durumu kısaca aktarmış oldum. Bölgesel kalması beklenen bu sınır sorununun küresel bir boyut kazanması ise Sovyet askeri müdahalesi ile başlamıştır. Sorunun çözümü ve Sovyet ordusunun bölgedeki varlığına karşı denge oluşturmak amacıyla Pakistan hükümeti, ABD’yi stratejik ortak olarak bölgeye davet etmiştir.
Başta Afgan mücahitler olmak üzere, sonrasında ABD desteği ile Taliban’ın örgütlenmesi sırasında Pakistan toprakları bir üs ve lojistik merkez hâline gelmiştir. Pakistan İstihbarat Teşkilatı, bölgede yaşayan Peştun gruplarından oluşan yerel mücahitleri Sovyet ordusuna karşı organize etmeye başlamış ve kısa sürede oyun kurucu konumuna yükselmiştir.
Tüm bu gelişmeler sürerken, temeldeki sınır sorunu ise çözülmeden varlığını korumuş, hatta gayri nizami harp biçiminde devam eder hâle gelmiştir. ABD’nin desteğiyle hareket eden Pakistan İstihbarat Teşkilatı, Taliban yapılanmasının komuta kademesine kadaruzanan önemli bir rol üstlenmiştir.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan aceleyle çekilmesinin ardından kurulan hükümetin 1992 yılında devrilmesinde de yine Pakistan devleti ile Taliban arasındaki ilişkiler belirleyici olmuştur.
Pakistan’ın, Afgan hükümeti üzerindeki etkisi en güçlü olduğu dönemlerde bile sınır sorunu sürekli varlığını korumuştur. ABD özel kuvvetlerinin Afganistan harekâtı sonucunda Taliban hükümetinin devrilmesi, Pakistan İstihbarat Teşkilatı ile ABD birimlerini karşı karşıya getirmiştir.
Yeni kurulan ABD destekli Afgan hükümeti başkanı Hamit Karzai, tüm resmî temaslarında Durand Hattı’na karşı olduğunu belirtmiş ve yeniden müzakere edilmesinin önemini vurgulamıştır. Daha sonra gelen tüm ABD destekli Afgan hükümetleri de sınırı ifade etmiştir.
Pakistan Ordusu, 2011 yılında Afgan ordusunun sınır boyunca gerçekleştirdiği saldırılara maruz kalmış ve izole durumdaki sınır karakol binalarını zor kullanarak savunmuştur. Kasaba ve askeri kontrol alanları, çeşitli “terör” saldırılarına hedef olmuş ve önemli kayıplar verilmiştir.
Bu saldırılara yanıt olarak, Pakistan Hava Kuvvetleri Afganistan topraklarındaki terör merkezlerine yönelik hava saldırıları düzenlemeye başlamış ve bu operasyonlar hâlen devam etmektedir. Son olarak, Kabil’deki önemli bir hedefin vurulmasının ardından, sınır boyunca çatışmalar yeniden başlamış ve iki ordu karşı karşıya gelmiştir
Hindistan’ın Rolü
ABD’nin Afganistan’dan askerî güçlerini, Afgan hükümeti ve müttefik NATO devletleri ile herhangi bir müzakere yapmaksızın tek taraflı olarak çekme kararı, Taliban yönetiminin yeniden Kabil’e dönmesini sağlamıştır. Pakistan İstihbarat Teşkilatı’nın etkisinden kurtulmak isteyen Taliban hükümeti ise hiç beklenmedik bir şekilde Hindistan’ıbusürece dahil etmiştir.
Hindistan-Afganistan ilişkileri, son sekiz yılda önemli ölçüde gelişmiştir. ABD ve NATO orduları, Afganistan’da bulundukları süre boyunca lojistik açıdan Hindistan ile yoğun iş birliği yapmışlardır. Afganistan’da görev yapan ISAF, Afgan ordusunun kullanımındaki araç ve elektronik sistemlerin bakımında Hint mühendislerinitercih etmiştir.
Sovyet ve Rus yapımı silah sistemleri kullanan Hint ordusunda yetişen personel, BM ve Afgan silah sistemleri başta olmak üzere altyapı, madenler, elektrik santralleri ve tüm modern elektronik sistemlerin işletilmesinde görev almıştır. Bu iş birliği o kadar aktiftir ki, 2016 yılında Hint ordusunda hizmet dışı kalan Mi-35 taarruz helikopterleri, Afgan ordusuna hibe edilmiştir.
Batı ordularının kaotik bir şekilde çekilmesiyle birlikte Taliban hükümeti ile iş birliği yapacak uluslararası arenada başka hükümetler bulunmamış ve yalnız kalmıştır. Askerî ve sivil tüm ihtiyaçlar devam etmekle birlikte, yatırımlar neredeyse yok denecek kadar azdır. Afgan-Taliban ordusu her yönüyle dışa bağımlıdır; bu durum Hindistan için kaçınılmaz fırsatlarıdeğerlendirmeyi geciktirmemiştir.
Hindistan’ın hızlı geri dönüşü, aynı süreçte stratejik yeni bir oluşumu da beraberinde getirmiştir. Bu durum, Pakistan topraklarının çevresini kuşatma imkânı sağlamış ve iki önemli cephe hattının oluşmasına yol açmıştır. Geçtiğimiz günlerde Hindistan ile Pakistan arasında kısa süren fakat önemli bir yöresel nizami harp yaşanmış olup, kısa süre sonra Afgan ordusunun sınırdaki karakollara saldırısı stratejik açıdan değerlendirilmelidir.
Kabil başkenti çevresindeki Tehrik-i-Taliban Pakistan(TTP) terör gruplarına karşı Pakistan Hava Kuvvetleri’nin (PAF) gerçekleştirdiği hava saldırılarına verilen yanıt bahanesi ise ikna edici olmaktan uzaktır.
Hatırlayalım: Mayıs 2025’teki Keşmir çatışmalarıve Hindistan’ınrövanş taleplerini.
Bu yaz sonu Hindistan’ın, başkent Kabil’de elçiliğini açması ve ekonomik anlaşmalarının artmasının arkasındaki stratejik iş birliği, bölgesel askeri anlamlandırmada yeni boyutlar kazandırmaktadır. Afgan Dışişleri Bakanı Amir Han Muttaki’nin, bu Ekim ayında Hindistan’a yaptığı ziyaret de bu doğal sürecin devamıolarak değerlendirilmelidir.
Öte yandan, Pakistan hükümeti şimdilik Durand Hattı boyunca uzun bir duvar inşa etmeye devam etmektedir.
Bölgenin üç nükleer askeri gücünün çatışma alanı hâline gelmesi riski, tüm dünyayı ilgilendiren bir tehdittir.






































