ABD’nin Ukrayna, Rusya ve Avrupa’ya yönelik politikalarındaki hızlı gelişmeler, kıtanın kendi güvenliğiyle ilgili öngörülerini altüst etti. Başkan Donald Trump’ın seçim vaatlerine rağmen çok az kişi transatlantik manzaranın bu kadar hızlı bir dönüşüm yaşayacağını tahmin ediyordu. Bir aydan kısa süre içinde Ukrayna’da ateşkes müzakereleri ve çeşitli ikili krizler Avrupa düşüncesini yeniden şekillendirdi.
Trump, ABD yürütmesini, Avrupa güvenliğini, liberal uluslararası düzeni ve küresel ekonomiyi sarsan bir başlangıç yaptı. Müttefiklere saldırdı, otokratlarla yakınlaştı ve liberal uluslararası düzenin temellerini zorladı. Çok taraflılığa, transatlantik ortaklığa ve egemenlik normuna olan bağlılık kırıldı. Bu adımlar, ABD’nin kademeli geri çekilmesini reddederek uluslararası ilişkilerde radikal bir yeniden düzenlemeye zorlamaya çalıştığını gösterdi.
Trump’ın ilk jeopolitik hedefi Batı Yarımküreydi; Grönland, Kanada ve Panama üzerinde kabadayılık tehdidiyle ABD egemenliğini genişletmeye çalıştı. Aynı zamanda Ukrayna ve Avrupa’yı dışlayarak doğrudan Rusya ile barış görüşmeleri yürüttü. ABD’nin İsrail ile ilişkilerini güçlendirmesi ve Gazze konusunda öneriler getirmesi, Avrupa ve Orta Doğu’daki belirsizliği artırdı. Mısır ise hızla kendi Gazze barış planını sundu.
Trump’ın Ukrayna savaşı elçisi Keith Kellogg, Rusya-Ukrayna çatışmasının yıpratma savaşına dönüştüğünü ve Rusya’yı izole etmenin artık sürdürülebilir bir strateji olmadığını belirtti. Günlük kayıpların yüksek olduğunu ve Ukrayna’daki asker sayısının ABD ordusundan büyük olduğunu vurguladı. Biden yönetiminin savaş sırasındaki stratejilerini de eleştirdi ve ABD’nin finansal katkısının büyüklüğünü dile getirdi.
Zelensky ile yaşanan anlaşmazlık ve ABD’nin desteğinin sona ermesiyle Trump yönetimi yalnızca Ukrayna’yı değil, II. Dünya Savaşı sonrası transatlantik düzenin varsayımlarını da sarsıyor. 28 Şubat 2025’te Beyaz Saray’da yapılan görüşme, Batı ittifakı için acı gerçekleri ortaya çıkardı.
Avrupa liderleri, kıtanın savunma ve güvenlik politikalarında ciddi değişimlerin ilk adımlarını atıyor. “Avrupa’yı yeniden silahlandırmak” yönündeki kararlar, ortak çıkarları birleştirme çabalarıyla birleşiyor. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, “Gönüllüler Koalisyonu” için Avrupa liderlerini ve Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Londra’da topladı. Almanya harcama kurallarını gözden geçiriyor, Fransa güvenlik ihtiyaçlarını güçlü biçimde dile getiriyor.
Ankara, Avrupa’daki gelişmeleri dikkatle izliyor. Fidan’ın Londra Zirvesi ve Genelkurmay Başkanı Metin Gürak’ın Paris toplantısına katılımı, Türkiye’nin stratejik önemini vurguluyor. Türkiye, olası bir Ukrayna barış gücü misyonunu değerlendiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Trump ile F-35, F-16 teslimleri, CAATSA yaptırımları ve Suriye konularını görüştü.
ABD’nin Ukrayna’daki yaklaşımı, ateşkesin ve barışın Avrupa güvenliği için tek başına yeterli olup olamayacağını sorgulatıyor. Avrupalılar, Trump’ın aksine Ukrayna’ya askeri ve ekonomik destek sağlamayı sürdürüyor. Ukrayna’nın üç kırmızı çizgisi ise net: toprak bütünlüğü, ordu kısıtlamaları ve NATO ile AB üyeliği konusundaki bağımsız karar hakkı.
Trump ve Putin arasındaki görüşmeler, Moskova-Washington denkleminde Ukrayna’yı ve Avrupa’yı doğrudan etkiliyor. NATO’nun kolektif savunma ilkesi, ABD’nin yük paylaşımı konusundaki şüpheciliğiyle yeniden test ediliyor. Avrupa güvenliği ve transatlantik uyum, bu gelişmelerin gölgesinde yeniden tanımlanıyor.
Sonuç olarak, Avrupa artık yalnızca ABD’nin bir uzantısı değil, kendi güvenliğini inşa etmek zorunda olan bir kıta olarak öne çıkıyor. Bu süreçte Türkiye hem NATO’daki konumu hem de bölgesel ağırlığıyla yeni dönemin belirleyici aktörlerinden biri hâline geliyor.
Rusya-Ukrayna barışı, yalnızca iki ülkenin değil, tüm Avrupa-Atlantik düzeninin sınavıdır. Bu sınavdan kimlerin güçlenerek çıkacağı ise, artık sadece Washington ve Moskova’nın değil, Ankara ve Brüksel’in de vereceği kararlara bağlıdır.






































